Ihde’den sonra deneyimsel fenomenolojiye dair düşünceler
- Betül Uçkan
- 9 Ara 2024
- 1 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Ağu
Ethem Gürer’in Sayısal Tasarımda Fenomenoloji ve Hermenötik dersi (2425G) okumaları sonrası
Ihde’nin deneyimsel fenomenolojisine dair düşünce yazımı hazırlama sürecimde, yine önce hatırlamak için yazarak başlamıştım. Ama sonra, yazdım yazdım sildim. Yazdım yazdım, değiştirdim. Sayfada en güzel parça oluşana ve yalnızca o kalana kadar:
Ah o güzelim fil örneği. Filin kuyruğuna dokunup onu yılan; bacağına dokunup onu ağaç sanan canım Körler. Şeyleri, “kendi deneyimledikleri kadar tanıyan, sınırları kendi dokunabildikleriyle var olan”, canım körler (!).

Sonra birden dile geldi zihnimdeki düşünceler:
Biz de, dünyayı, ‘içinde yaşadığımız bir alan’ olarak biliyorduk.
Üzerimizde masmavi gökyüzü.
Sonra birileri çıktı,
Yok, dedi.
Dünya, bundan çok daha fazlası.
Bu ‘içinde’ yaşadığımız kara parçası, aslında bir bilye, küre!.
Bizler onun yüzeyinde,
O da, uzay denen boşlukta.
Gelin, 1 adım geri gidelim.
Mesela içinden çıkmayı deneyelim.
Neymiş, neye benziyormuş?
Düz müymüş, küre miymiş?
Gelin hep beraber görelim.
Sonra, bindiler uzun ince,
Ucu sivri silindirik araçlara,
1 adım geri gitmek için, oldukları yerin ötesine.
Oldukları yerin tersine, dışına, üstüne,
Yani gökyüzüne.
Yer yer beyaz lekelerin içine.
Dünyanın ‘içinde’ değil de,
‘Üzerinde’ olunan bir şey olduğunu.
Yüzeyin kavislendiğini, top gibi yuvarlandığını.
Denizlerin, karaların, dağların,
Birer renk olana dek küçülmeye.
Ve de mavinin kaybolmaya,
Simsiyah olana kadar dönüşmeye başladığını.
Dünyanın gerçekten de bir yuvarlak, bir bilye gibi,
Uzayda havada asılı kaldığını.
Gördüler.
-----
Ihde, D. (2012). Experimental phenomenology: multistabilities. SUNY Press. Part II: Indians and the Elephant, 15-34. Part III: The Visual Field, 35-44.
Yorumlar